ALLAH HEPİMİZİN YARATICISI'DIR
ALLAH HEPİMİZİN YARATICISI'DIR
İnsanların konuşurken içinde Allah kelimesi geçen cümleler kullandıklarını duyarsınız. Bunlar genellikle “Allah korusun”, “Allah kısmet ederse”, “İnşaAllah”, “Allah bağışlasın”, “Allah kabul etsin” gibi cümlelerdir.
Bu kelimeler Allah anıldığında kullanılan dua içeren veya Allah’ı yücelten ifadelerdir. Örneğin “Allah korusun”, Allah’ın sizin ve çevrenizde gördüğünüz canlı cansız her varlığın üzerinde sonsuz gücü olduğu anlamına gelir. Sizi, anne ve babanızı, arkadaşlarınızı kötülüklerden koruyacak olan Allah’tır. Bu nedenle, bu söz özellikle bir sel ya da onun gibi istenmeyen bir olaydan bahsedildiğinde sıkça kullanılır. Bir düşünün, sizce anneniz, babanız ya da seller konusunda bilgi sahibi herhangi bir büyüğünüz bir seli durdurabilir mi? Tabii ki durduramaz. Çünkü insanın karşısına böyle bir olayı çıkaran da, onu durdurmaya gücü yeten de yalnızca Allah’tır.
“İnşAllah” kelimesi de Türkçe’de, “eğer Allah dilerse” anlamına gelir. Bu yüzden gelecekle ilgili bir dilek ya da niyet belirtecek olduğumuzda, mutlaka “inşaAllah” deriz. Çünkü geleceği ancak Allah bilir ve herşeyi dilediği gibi yaratır. Allah’ın dilemesi dışında hiçbir şey olmaz.
Bir arkadaşınız örneğin, “yarın mutlaka okula gideceğim” dediğinde hata etmiş olur. Çünkü Allah’ın, gelecekte onun neler yapmasını dilediğini bilemeyiz. Belki de yarın hasta olup okula gidemeyecek veya hava bozacağı için okullar tatil olacaktır.
Bu yüzden geleceğe yönelik bir niyetimizi dile getirirken “inşaAllah” demekle Allah’ın herşeyi bildiğini, herşeyin ancak O’nun dilemesiyle olacağını, O’nun bize bildirdiği dışında hiçbir şey bilmediğimizi özlü bir biçimde söylemiş oluruz. Böylece sonsuz güç ve bilgi sahibi Rabbimiz olan Allah’a karşı gereken saygılı tavrı göstermiş oluruz.
Allah Kuran ayetlerinde böyle söylememiz gerektiğini bize bildirmektedir. Bunu bize haber veren ayet şöyledir:
Hiçbir şey hakkında: "Ben bunu yarın mutlaka yapacağım" deme. Ancak: "Allah dilerse" (inşallah yapacağım de). Unuttuğun zaman Rabbini zikret (an) ve de ki: "Umulur ki, Rabbim beni bundan daha yakın bir başarıya yöneltip-iletir. (Kehf Suresi, 23-24)
Bu gibi önemli konular hakkında şimdiye kadar fazla bir şey öğrenmemiş olabilirsiniz, ancak bu önemli değil. Çünkü, Allah’ı tanımak için başkalarının size bir şeyler anlatmasına gerek yok. Bunun için şöyle bir etrafınıza bakmanız ve biraz düşünmeniz yeterli.
Her yer Allah’ı ve O’nun sonsuz gücünü tanıtan güzelliklerle doludur. Sevimli beyaz tavşanı, yunusların gülen yüzlerini, kelebeklerin kanatlarındaki muhteşem renkleri ya da masmavi denizi, yemyeşil ormanları, renk renk çiçekleri ve bunlar gibi saymakla bitmeyecek kadar çok güzelliği bir düşünün. İşte bunların tümünü yaratan Allah’tır. Gördüğünüz tüm evreni, dünyayı, canlıları Allah yoktan var etmiştir. Bu nedenle yarattığı bu güzelliklere bakarak, Allah’ın Yüceliğini görebilirsiniz.
Tabii, herşeyden önce kendi varlığımız Allah’ın varlığının bir delilidir. O zaman ilk önce kendi varlığımız ve Allah’ın bizi nasıl kusursuzca yarattığı hakkında düşünelim.
Bir insanın nasıl var olduğunu hiç düşündünüz mü? Bu soruya karşılık “her insanın anne ve babası var” diyebilirsiniz. Ama bu yeterli bir cevap olmaz. Çünkü bu ilk anne babanın, yani ilk insanların nasıl meydana gelmiş olduğunu açıklamaz. Size, bu konu ile ilgili okulda veya çevrenizde belki bazı şeyler anlatılmış olabilir. Ama tüm bu anlatılanların içinde doğru olan tek cevap, insanı Allah’ın yaratmış olduğudur. İleride daha detaylı göreceğiz, ama şimdi özet olarak bilmeniz gereken bir şey var; ilk insan Hazreti Adem’dir. Allah diğer bütün insanları onun soyundan meydana getirmiştir.
Hz. Adem de aynı bizim gibi yürüyen, konuşan, Allah’a dua eden, ibadet eden bir insandı. Allah, ilk insan olarak onu ve sonra da eşini yarattı. Böylece onların çocukları tüm dünyaya yayıldılar.
Şunu hiç unutmayın: Allah yaratmak için sadece emir verir. Bir şeyin olması için yalnızca “OL” demesi yeterlidir. Bunun için hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. Örneğin Allah, Hz. Adem’i çamurdan yaratmıştır. Allah için herşey çok kolaydır.
Ancak unutmayın ki, dünyada Allah’ın varlığını inkar edenler de vardır. Bu kişiler, insanın nasıl var olduğu sorusuna başka cevaplar aramaya çalışmışlardır. Bunların amacı doğruyu, gerçeği aramak değildir. Sakın şaşırmayın ama bu tür insanların amacı, sadece ve sadece Allah’ın varlığını kabul etmemek ve O’nun isteklerinden kaçmaktır. Ancak bu gibi insanların herşeyi Allah’ın yarattığını kabul etmemesiyle gerçek değişmez. Onlar ne kadar reddetseler de herşeyi olduğu gibi bu kişileri de Allah yaratmıştır.
Bu neye benzer biliyor musunuz, bir örnekle anlatalım:
|
Bir çizgi film kahramanı düşünün. Çok becerikli, kuvvetli, birçok zor işi yapabiliyor. Şimdi bu çizgi kahraman, film sırasında size şöyle dese:
“Ben kendi başıma varım. Beni kimse çizmedi. Beni oluşturan çizgiler zaten hep vardı. Vücudumun şekli, renklerim, gözlerim, kollarım, görmem, konuşmam, herşeyim bana ait. Kendi kendine oldular. Onları bir ressam çizmedi ve boyamadı. Bana hareket kabiliyetini hiç kimse vermedi. Seyrettiğiniz bütün özelliklerimin hiçbir planlayanı, tasarlayanı, şekil vereni, düzenleyeni yok.”
Acaba bu çizgi kahramanın size böyle seslenmesi kafanızı karıştırır mı? Hiç söylediklerinin doğru olabileceğini düşünür müsünüz? Tabii ki hayır. O kahramana sorabilseniz ve size cevap verebilse, mesela şöyle sormaz mısınız:
“Sen böyle söylüyorsun ama bir kere senin çizgilerini çizen bir ressam var. Sen kendinin nasıl çizildiğini, renklendirildiğini ve hareket ettiğini sanıyorsun?”
Çizgi kahraman size şöyle cevap verse:
“Beni oluşturan çizgiler mürekkebin kağıda dökülmesi sonucunda tesadüfen oluştu. Boyalar da aynı şekilde tesadüfen döküldü ve renklendirdi. Yani benim oluşmam için beni çizen, şekil veren birine ihtiyacım yok, tesadüfen meydana gelebilirim ben.”
Herhalde bu söylenenleri ciddiye almazsınız. Böyle mükemmel çizgilerin, renklerin, hareketlerin, boyaların dökülmesi sonucu tesadüfen ortaya çıkamayacağını bilirsiniz. Çünkü şişe dökülünce sadece mürekkep ve boya lekesi olur. Güzel, düzgün çizgilerden oluşan bir resim ortaya çıkmaz. Anlamlı, konulu, işe yarar şeylerin ortaya çıkabilmesi için onu birinin düşünüp tasarlaması ve çizmesi gerekir. Bütün bunları anlamanız için o çizgi kahramanı çizeni ve boyayanı görmenize gerek yoktur. O kahramanın özelliklerinin, şeklinin, renklerinin, konuşma kabiliyetinin, yürüme, zıplama yeteneklerinin çizgi filmi hazırlayan kişi tarafından verildiğini anlarsınız.
Çizgi filmlerdeki kahramanların tüm özelliklerinin, şekillerinin, renklerinin, yürüme, koşma, zıplama gibi yeteneklerinin çizgi filmi hazırlayan kişi tarafından oluşturulduğunu herkes bilir. |
İşte bu verdiğimiz örnekten sonra şunu çok iyi düşünün: Kendisini Allah’ın yarattığını kabul etmeyen insan da, aynı bu örnekteki çizgi film kahramanı gibi yalancı durumuna düşer. Şimdi böyle bir kişinin bizimle konuştuğunu düşünelim. Tüm insanların ve kendinin varoluşunu bakın nasıl açıklamaya çalışır bu insan:
“Benim, annemin, babamın, onun babasının ve çok eski tarihlerde ilk anne ve babanın yani ilk insanın meydana gelmesi tamamen tesadüfen olmuştur. Bizim şeklimizi, gözümüzü, kulağımızı, bütün organlarımızı hep tesadüfler oluşturmuştur.”
|
Kendisini Allah’ın yarattığını inkar eden bu insanın söyledikleri, çizgi kahramanın söylediklerine ne kadar da benziyor. Aradaki tek fark kahraman, kağıt üzerindeki çizgilerden ve boyalardan oluşmuştu. Bunu söyleyen ise hücrelerden oluşmuş canlı bir insan. Peki ne fark eder? Bunu söyleyen canlı insan, o çizgi insandan daha mükemmel ve daha çok organa sahip çok karmaşık bir makine gibi değil mi? Yani çizgi kahramanın tesadüfen meydana gelmesi imkansız ise, bu insanın tesadüfen oluşması bundan çok daha imkansız demektir. Şimdi bu insana soralım:
“Senin çok güzel ve kullanışlı bir vücudun var. Ellerin, eşyaları en mükemmel makinalardan bile daha hassas tutuyor, ayaklarınla koşabiliyorsun. Gözlerin en kaliteli kameralardan bile daha net görüyor. Kulakların en gelişmiş müzik setlerinden bile daha hışırtısız duyuyor. Ve bunun gibi daha pek çok organın senin haberin bile olmadan seni canlı tutuyor. Yaşamana sebep oluyor. Mesela kalbinin, böbreklerinin, karaciğerinin çalışmasını sen kontrol etmiyorsun. Ama onlar en mükemmel fabrikalardan bile daha kusursuz şekilde çalışıyorlar. Bütün bu organların benzerlerini fabrikalarda yapabilmek için yüzlerce bilim adamı mühendis çalışıyor, plan ve proje yapıyorlar. Yine de organların aynısını elde edemiyorlar. Yani sen çok mükemmel bir canlısın. Peki, şimdi bütün bunları nasıl açıklayacaksın? “Bunları Allah’ın yarattığını kabul etmeyen o insan şöyle diyecektir belki: “Ben de mükemmel bir vücuda ve organlara sahip olduğumuzu biliyorum. Ama ben şuna inanıyorum: Cansız ve şuursuz atomlar tamamen tesadüfler sonucunda biraraya gelerek hücrelerimizi, organlarımızı ve bizi meydana getirmişlerdir.”
|
Herhalde artık bu insanın akıl dışı ve gülünç şeyler söylediğini fark etmişsinizdir. Böyle iddialarda bulunan bir insanın yaşı ve mesleği ne olursa olsun, doğru düzgün düşünemediği ve yanlış şeyler iddia ettiği ortadadır. Ne kadar şaşırtıcı olsa da, çevrenizde böyle imkansız ve saçma şeylere inanan kişilere rastlayabilirsiniz.
En basit bir makinanın bile bir tasarlayanı varken, insan gibi mükemmel bir varlık elbette kendi kendine, tesadüfen oluşamaz. Kuşkusuz ilk insanı yaratan Allah’tır. Ve diğer insanların doğabilmesi için ilk insanın bedeninde gerekli olan sistemleri yaratan da Allah’tır. Allah bütün canlıların soylarının devamlı olmasını hücrelerine yerleştirdiği bir programa bağlamıştır. Biz de Allah’ın yarattığı bu programa göre oluştuk ve bu programda yazılanlar doğrultusunda büyümeye devam ediyoruz. Bu konuyla ilgili şimdi okuyacaklarınız hepimizin Yaratıcısı olan Allah’ın sonsuz güç ve bilgi sahibi olduğunu biraz daha iyi anlamanızı sağlayacak.
İnsan bedenindeki kusursuz program
Yukarıda Allah’ın, insan bedenine yerleştirdiği kusursuz bir programdan söz etmiştik. İşte bu program sayesinde insanların hepsi gözlere, kulaklara, kollara, dişlere sahip olur. Bu program sayesinde dış görünüşlerinde bazı farklılıklar olsa da bütün insanlar birbirine benzer. Yine bu program sayesinde akrabalarımıza benzeriz, her ülke halkının kendine özgü özellikleri olur. Örneğin Çinliler ve Japonlar genel olarak birbirlerine benzerler. Zencilerin kendi ırklarına özgü deri renkleri, yüz, ağız, göz yapıları vardır.
|
Şimdi de bu programın nasıl bir şey olduğunu şöylebir örnekle açıklayalım:
Hepiniz bilgisayarların nasıl çalıştığını az ya da çok bilirsiniz. Bu konuyu iyi bilen bir uzman, bilgisayarı tasarlar. Bilgisayarın bu tasarıma uygun olarak üretilmesi için gerekli olan mikro işlemci, monitör, klavye, disk, hoparlör gibi parçalar da özel fabrikalarda yüksek bir teknoloji ile yine bu konuyu bilen kişiler tarafından üretilir. Artık, ortada çok karmaşık işlemleri yapabilen bir makine vardır. Onunla oyun oynayabilir ya da yazı yazabilirsiniz. Fakat bilgisayarın bu işleri yapabilmesi için “program” denen yazılımlara ihtiyacınız vardır. Yani içine yerleştirdiğiniz oyun disklerindeki bilgiler gibi. O iş için uzman kişiler tarafından özel olarak hazırlanmış programlar olmasa bilgisayarınız işe yaramayacaktır.
Üstelik biliyorsunuz ki, her program her model bilgisayarda çalışmaz. Demek ki programı yazanın aynı zamanda bilgisayarı da tanıması ve ona uygun bir program hazırlaması lazımdır. Bir bilgisayarın çalışması için ne kadar çok şey bilmek gerekiyor değil mi? Hem bir makineye hem de onu çalıştıracak uygun programa ihtiyacınız var. Ancak en önemlisi bütün bunları tasarlayan ve üreten kişiler olmasa bilgisayarınız yine çalışmıyor.
|
İşte, insan vücudu da bir bilgisayar gibidir, biraz önce de söylediğimiz gibi, vücudumuzu oluşturan hücrelerin içine bizim var olmamızı sağlayan bir program yüklenmiştir. Şimdi şunu düşünün, ilk insanın içine konan bu program nasıl oluşmuş olabilir? Cevap açıktır: Her insan özel olarak var edilmiştir ve bunu sağlayan programı da çok bilgili, çok üstün güce sahip olan Allah meydana getirmiştir. Vücudumuzu yaratan da, onu şekillendiren programı yaratan da Allah’tır.
|
Ancak yanlış anlamayın; aslında insan vücudunu bir bilgisayarla kıyaslamak mümkün değildir. Çünkü vücudumuz en gelişmiş bilgisayardan bile çok daha mükemmel bir yapıya sahiptir. Öyle ki, sadece beynimiz bile bilgisayardan her yönden çok çok üstündür.
Gelin şimdi de bir insanın nasıl oluştuğunu daha doğrusu sizin dünyaya nasıl geldiğinizi birlikte inceleyelim:
Annenizin karnında ilk başta sadece küçücük bir et parçası vardır. Giderek bu parça büyür ve şekillenir. Sırası geldikçe, kemikleriniz, kaslarınız, başınız, gözünüz, kulağınız tam yerli yerinde oluşmaya başlar. Hiçbir organınız yerini şaşırmaz.
Boyunuzun ne kadar olacağı, göz renginiz, kaşınızın, elinizin şekli ve diğer yüzlerce özelliğiniz ilk andan itibaren bellidir. İşte bu bilgilerin tümü Allah’ın hücrelerimizi ilk defa yaratırken içine koyduğu programda yazılıdır. Allah’ın herşeyi bütün detaylarına kadar tasarladığı bu program, her insanın hücrelerinin içine yerleştirilmiştir. Bu sayede insan nesli devam eder. Bu program öylesine mükemmel ve detaylıdır ki, nasıl çalıştığını bile bilim adamları daha yeni yeni anlamaya başlamışlardır.
|
Allah'ın bedenimize yerleştirdiği programa uygun olarak seneler boyunca yavaş yavaş büyürüz. Yeni doğmuş bir bebek gözlerimizin önünde, birdenbire, birkaç saat içinde yaşlı bir insan haline gelse hayretler içinde kalırdık. |
Allah’ın bedenimize yerleştirdiği bu programa uygun olarak seneler boyunca yavaş yavaş büyürüz. Bu nedenle vücudumuzun büyümesi bize garip gelmez. Doğup büyümemiz onlarca yıl sürer. Düşünsenize, bu program çok hızlı çalışsa ne kadar şaşırırdık. Yeni doğmuş bir bebek gözlerimizin önünde, birdenbire, birkaç saat içinde yaşlı bir insan haline gelse hayretler içinde kalırdık.
Dünya üzerinde sadece insanlar yoktur elbette. Yeryüzünde bildiğiniz veya bilmediğiniz daha binlerce çeşit canlı vardır. Varlığından haberdar olduklarınızın bazılarını yakından görürsünüz ama birçoğunu da kitaplardan ya da filmlerden tanırsınız. Fakat, bu canlılara dikkat ederseniz hepsinin ortak bir özelliği olduğunu görürsünüz. Bu nedir biliyor musunuz? Kısaca “uyum” diyebiliriz bu özelliğe. Şimdi, size dünyadaki canlıların ne ile uyumlu olduklarını sayalım. Canlılar;
- İçinde yaşadıkları ortama uyumlular.
- Ortamda bulunan diğer canlılarla uyumlular.
- Doğanın dengesini sağlamaya uyumlular.
- İnsana çeşitli yararlar sağlamaya uyumlular.
|
Bu maddeleri açıklamadan önce, uyumun ne demek olduğuna basit bir örnek verelim. Şimdi, evimizin duvarındaki prizi ve ona taktığımız elektrik fişini düşünün. İkisi de birbiriyle uyumludurlar. Uyumlu olduğuna nasıl karar veririz? Çünkü prizde iki tane delik vardır. Fişte de iki tane metal çıkıntı. Sadece bu yeterli mi acaba? Fişin demir çubuklarının kalınlığı tam deliğin kalınlığındadır. Eğer öyle olmasa ya içine girmezdi ya da bol gelir düşerdi, değil mi? Yine fişin çubuklarının yanyana mesafesi ile priz deliklerinin yanyana mesafesi aynıdır. Ölçüleri tutmasaydı fişi deliklere sokamazdınız. Bu da yeterli değil, fişin boyu çok uzun olsa idi, yine uymazdı. Fişin çubukları metal olmasaydı, bu sefer prizdeki elektrik fişe geçemezdi. Eğer fişin sapı plastik olmasaydı, bu sefer fişi tutunca sizi de elektrik çarpardı. Gördünüz mü, en basit bir malzemede bile uyum olmazsa kullanılması mümkün olmuyor. Demek ki, prizi ve fişi en başta aynı kişi planlamış. Birbirine uyumlu yapmış. Kullanışlı yapmış. Bunlar demirin ve plastiğin tesadüfen yanyana gelmesi ile oluşmuş olamaz ve birbirinden habersiz ayrı ayrı planlanmış da olamazlar. Çünkü bu durumda birbiriyle uyumlu bir fiş ve priz bulamazsınız.
Canlılardaki uyum ise fiş ve priz uyumundan çok daha detaylıdır. Çünkü canlılarda birbirine uyması ve mükemmel çalışması gereken yüz binlerce sistem ve organ vardır. Bunları tek tek yazmaya kalkarsak yüzlerce cilt kitap ortaya çıkar. Bu yüzden Allah’ın canlılarda yarattığı bu kusursuz özellikleri ilerleyen sayfalarda kısaca anlatacağız:
|
- Canlılar, içinde yaşadıkları ortama uyumludurlar
Her canlı ister karada, ister havada, ister suda yaşıyor olsun, o ortama en uygun şekilde yaratılmıştır. Yaşayabilmesi, korunabilmesi, beslenebilmesi, üreyip çoğalabilmesi için çok değişik ve mükemmel sistemleri vardır. Yani her canlı bulunduğu ortama göre özel olarak tasarlanmıştır.
Organları, hareket şekilleri hep ortamın gerektirdiğine uygundur. Örneğin kuşlar havada uçabilmek için kusursuz kanatlara sahiptir. Balıkların suda nefes almak için özel yaratılmış solungaçları vardır. Eğer bizim gibi ciğerleri olsaydı, suda boğulurlardı.
- Canlılar ortamda bulunan diğer canlılarla uyumludurlar
Bazı kuşlar ve böcekler, bitkilerin üreyebilmesi için çok uygun yaratılmışlardır. Yani farkında olmadan bitkilerin üremesine yardımcı olurlar. Örneğin arılar çiçekten çiçeğe konarken üstlerine bulaşan çiçek tozlarını diğer çiçeklere taşırlar. Bitkiler de bu taşınma işlemi sayesinde çoğalırlar. Kimi zaman da hayvanlar diğer hayvanların yararına olacak işler yaparlar. Örneğin, temizlikçi balıklar, büyük balıkların üzerlerindeki mikroorganizmaları temizleyerek onların sağlıklı yaşamasına yardımcı olurlar. Yani onlarla uyumludurlar.
|
- Canlılar doğanın dengesini sağlamaya uyumludurlar
Hiçbir canlı doğadaki dengeyi bozmaz. Hatta onu koruyacak şekilde yaratılmışlardır. Halbuki insan bilinçsizce müdahale edince bu dengeyi bozabilmektedir. Mesela insan bir canlı türünü çok fazla avlayınca soyunu tüketebilmektedir. Bu sefer soyu tükenen o canlının besini olan başka bir canlı aşırı sayıda üreyebilmektedir. Ve bu, insana ve doğaya zarar verecek hale gelmektedir. Demek ki, canlılar yaratılırken belli bir dengeye göre var edilmişlerdir. Doğanın dengesiyle uyumludurlar.
- İnsana çeşitli yararlar sağlamaya uyumludurlar
Örneğin, balın sizin için ne kadar faydalı olduğunu bir düşünün. Arılar sizin böyle bir besine ihtiyacınız olduğunu nereden biliyor ve böyle bir besini nasıl üretiyorlar? Yumurta da, süt de öyle değil mi? Tavuk, inek, koyun insanın ihtiyacını kendi kendine bilebilir ve böyle uyumlu, mükemmel besinler üretebilir mi? Tabi ki hayır.
Canlılar arasındaki bu çok önemli uyum, onların tek bir Yaratıcının eseri olduklarının açık bir delilidir. Yeryüzündeki bu dengeler Allah’ın kusursuz yaratışı sayesinde var olmuştur ve halen de sürmektedir.
Kitabın başından beri canlıları Allah’ın yarattığını anlattık. İşte sıra şimdi de içinde herşeyin yer aldığı evreni incelemeye geldi. İçinde sizin, Dünya’nın, Güneş’in, Güneş Sistemi’nin, gezegenlerin, yıldızların, galaksilerin kısaca herşeyin yer aldığı evreni de Allah yaratmıştır.
|
Ancak canlıların yaratılışına karşı çıkanlar olduğu gibi, evrenin yaratılmış olduğuna karşı çıkanlar da vardır. Bu insanlar yine çok saçma iddialar öne sürerler. Evrenin kendi kendine ortaya çıktığını, hatta sonsuzdan beri hep var olduğunu söylerler. Ancak bu son derece mantıksız iddialarının nasıl gerçekleştiğini anlatamazlar. Böyle insanların iddiaları şuna benzer: Bir gün bir deniz yolculuğuna çıksanız ve bir adaya ulaşsanız. Bu adada bugüne kadar görmediğiniz kadar güzel binalarla kurulmuş bir şehrin var olduğunu görseniz. Üstelik bu şehrin her yerinin parklarla, oyun alanlarıyla, hayvanat bahçeleriyle, birbirinden geniş sinemalarla, lokantalarla, her yere rahatlıkla ulaşabileceğiniz caddelerle, tren yollarıyla dolu olduğunu fark etseniz ne düşünürsünüz? Bu şehri akıl sahibi insanlar yapmıştır değil mi? Biri çıkıp size dese ki, “bu şehri kimse yapmadı, bu şehir sonsuzdan beri burada vardı, biz de geldik içinde oturmaya başladık. Her ihtiyacımız var ve bunların hepsi kendiliğinden olmuş”. Bunları söyleyen kişi hakkında ne düşünürsünüz?
Elbette bu kişi ya aklını kaybetmiş ya da o an ne söylediğini bilmiyor dersiniz. Ama unutmayın, içinde yaşadığımız evren burada tarif ettiğimiz şehirle kıyas edilemeyecek kadar büyüktür ve çok daha muhteşem yapılara (gezegenler, güneşler, yıldızlar, uydular, kuyruklu yıldızlar...) sahiptir. Bu durumda, bu kusursuz evrenin yaratılmadığını, eskiden beri var olduğunu söyleyen kişiye bir cevap vermek gerekir, değil mi?
Aşağıdaki bölümü okuduktan sonra bu kişiye en güzel cevabı siz vereceksiniz. Şimdi, size biraz evren hakkında açıklamalar yapalım. Asıl cevabı da en sonunda verelim.
Bu durumda bu kusursuz evrenin yaratılmadığını, kendi kendine var olduğunu söyleyemeyiz. Elbette ki böyle bir iddia çok saçma olur. Evreni, içindeki kusursuz düzenle birlikte yaratan Rabbimiz olan Allah'tır. |
- Büyük bir patlama ile herşey var olmaya başlıyor
İnsanlar, gökyüzü ile ilgili gözlem yapma imkanları henüz yeterli değilken, evren hakkında çok az ve gerçek dışı bilgilere sahiptiler. Zamanla ellerindeki gözlem araçları geliştikçe, uzay hakkında daha doğru bilgilere sahip olmaya başladılar. Ve 1900’lü yılların ortalarında çok önemli bir şey keşfettiler: Evrenin de bir doğum tarihi vardı. Yani evren sonsuzdan beri var değildi. Evrenin kendisi, yani içindeki bütün maddeler, maddelerin oluşturduğu yıldızlar, galaksiler, herşey belli bir andan itibaren var olmaya başlamıştı. Bilim adamları, bu başlangıç tarihini günümüzden yaklaşık 15 milyar yıl önce olarak hesapladılar.
Evrenin doğum şekline bir ad verdiler. Ve buna ‘Büyük Patlama’ dediler. Çünkü hiçbir şeyin olmadığı 15 milyar yıl önce, herşey tek bir noktanın patlaması ile ortaya çıkmıştı. Kısacası, eskiden beri sonsuz olduğu sanılan maddenin ve evrenin de bir başlangıcı vardı. Peki bunu nasıl anladılar? Çok kolay, çünkü o patlama ile etrafa saçılan ve birbirlerinden uzaklaşmaya başlayan maddeler hala birbirlerinden uzaklaşmaya devam ediyorlar. Bir düşünün çocuklar, evren şu anda bile genişlemeye devam ediyor. Evreni şişmiş bir balon gibi düşünün. Bu balonun üzerine iki nokta çizsek, biz balonu şişirdiğimizde ne olur? Balona çizdiğimiz noktalar, balon şişip, hacmi genişledikçe birbirinden uzaklaşır. İşte, evrenin de balonda olduğu gibi gittikçe hacmi büyüyor ve içinde olan herşeyin birbirine olan uzaklığı artıyor. Yani, bütün yıldızların, galaksilerin, gök cisimlerinin arası sürekli açılıyor.
Evrenin genişlemesini bir çizgi filmde izlediğinizi düşünün. Sizce filmi en başına sararsanız, evrenin görüntüsü nasıl olur? Bir nokta gibi değil mi? İşte bilim adamları da aynen böyle yaptılar: Başa döndüler ve gittikçe genişleyen evrenin başlangıçta tek bir nokta olduğunu anladılar.
|
Bilim adamlarının Büyük Patlama dediği bu patlama Allah’ın “evren” için belirlediği yaşam sürecinin başlangıç noktası oldu. Allah bu patlamayla beraber evreni oluşturan atomları yarattı. Madde ortaya çıktı. Çok büyük bir hızla etrafa saçıldılar. Patlamanın ilk anlarındaki bu ortam adeta atomlardan oluşan bir madde çorbası gibiydi. Fakat bu çok büyük karmaşa gittikçe düzenli bir yapıyı meydana getirmeye başladı. Allah, atomları birleştirerek yıldızları meydana getirdi. Böylece evrenin içinde bugün gözlemlediğimiz herşey yaratıldı.
Evrenin genişlemesini bir film gibi düşünürseniz, görüntüyü başa sardığımız zaman gittikçe genişleyen evrenin başlangıçta sadece tek bir nokta olduğunu görürüz. |
İsterseniz bütün bunları daha iyi anlamamızı sağlayacak bir örnek verelim:
Çok büyük bir boşluk düşünün. Uçsuz bucaksız. Sadece bir boya kavanozu var. Başka hiçbir şey yok. Kavanozun içinde de her renk boya birbirine karışmış, garip bir renk oluşturmuş halde. Bu kavanozun içinde bir bomba patlıyor. Patlamanın etkisiyle boya çok küçük damlacıklar halinde etrafa saçılıyor. Milyonlarca boya damlacığının boşluk içinde bütün yönlere doğru yol aldığını gözünüzde canlandırın. Ama bu damlacıkların yolculuğu sırasında garip şeyler olmaya başlıyor. Boya damlacıkları, karmakarışık dağılıp gidecekleri yerde sanki çok akıllılarmış gibi düzenli işler yapmaya başlıyorlar. İlk başta, kavanozdayken karışık bir renk oluşturan damlacıklar kendi renklerine ayrılmaya başlıyorlar. Maviler, sarılar, kırmızılar, her biri kendi renklerine ayrışarak saçılıp uzaklaşmaya devam ediyorlar. Ama gariplikler devam ediyor. Bu sefer de mavi damlacıkların bir yerde 500 tanesi birbirine yapışıp daha büyük bir damla oluşturarak yolculuklarına devam ediyor, başka bir yerde, örneğin 300 kırmızı damla, diğer bir yerde de 200 sarı damla aynı şekilde birleşerek, büyük damlacıklar halinde saçılmaya devam ediyorlar. Hem birbirlerinden uzaklaşıyorlar, hem de bu arada sanki biri onlara emretmiş gibi güzel görüntüler oluşturacak işler yapıyorlar.
Kimi damlacıklar birleşip yıldız görüntüleri oluşturuyor, kimileri Güneş’i çiziyorlar, sonra da bazı damlacıklar bu Güneş’in etrafında gezegenleri oluşturuyor. Bir kısmı biraraya gelip Dünya görüntüsü çiziyorlar ve bir kısmı da Dünya’nın etrafında dönen Ay’ı oluşturuyor. Böyle bir tablo görseniz, bunu, patlayan bir boya kavanozunun tesadüfen meydana getirdiğini düşünür müsünüz? Elbette böyle bir şeye asla ihtimal vermezsiniz.
İşte gece başımızı kaldırıp göğe bakınca gördüğümüz o güzel manzarayı, yıldızları, Güneş’i, gezegenleri meydana getiren maddeler de tıpkı bu boya damlacıklarının hikayesinde olduğu gibi, biraraya gelerek bu mükemmel tabloyu oluşturdular. Peki bütün bunlar kendi kendine olabilir mi? Gökyüzündeki yıldızlar, gezegenler, Güneş, Ay, Dünya şuursuz bazı maddelerin kendiliğinden tesadüfen biraraya gelmesiyle ortaya çıkabilir mi? Ya dünya üzerinde yaşamını sürdüren anneniz, babanız, arkadaşlarınız ya da kuşlar, kediler, çilekler, muzlar…
|
Elbette böyle bir şey olamaz. Böyle bir şeyi düşünmek, bomba patlayan bir inşaattaki tuğlaların, kiremitlerin kendiliklerinden tesadüfen biraraya gelerek yeni evler yaptıklarını iddia etmekten çok daha saçma bir düşünce olur. Hepimiz biliriz ki, bir inşaatta bomba patlayınca etrafa saçılan tuğlalar, kiremitler, tahtalar gidip de çevrede küçük kulübeler oluşturmazlar. Taş, toprak halinde dağılır gider, hiçbir işe yaramazlar.
|
Ancak burada çok önemli bir detay daha var. Dikkat ettiyseniz biraz önce örnek verdiğimiz boya damlaları şuursuz ve cansız maddelerdir. Boyaların kendiliklerinden biraraya gelmeleri ve bir tablo oluşturmaları imkansızdır. Biz ise burada şuurlu ve canlı yapıların oluşmasından bahsediyoruz. İnsan, bitki ve hayvan gibi canlı varlıkların cansız, başıboş maddelerden oluşması da kesinlikle imkansızdır.
Kendi bedenimizden örnekler vererek bunu düşünelim. Bedenimiz protein, yağ, su gibi gözle görülmeyecek kadar küçük moleküllerin biraraya gelmesiyle oluşur. Bunlar biraraya gelerek hücreleri, hücrelerimiz de biraraya gelerek bedenimizi oluşturur. Vücudumuzdaki mükemmel düzen özel bir tasarımın sonucudur. Herşeyi görebilmemizi sağlayan gözlerimizi, yemek yememiz, bu kitabı tutabilmemiz için ellerimizi, yürümek için bacaklarımızı yaratan Allah’tır. Daha biz annemizin karnındayken nasıl büyüyeceğimizi, boyumuzun ne kadar olacağını, gözlerimizin rengini hepsini Allah belirlemiştir.
Hatırlarsanız konumuzun başında Allah’a iman etmeyen bir insana cevap verecektik. İşte artık cevabı biliyorsunuz. Patlamalar düzen oluşturamazlar, ancak var olan düzeni bozarlar. Evrende ise muhteşem bir denge ve düzen vardır. Evrenin oluşumundaki patlamadan sonra ortaya çıkan düzen, buraya kadar anlattığımız örneklerden (büyük şehir ve boya kutusu örnekleri) çok daha mükemmeldir. Bunların tesadüfen oluşabilmesi kesinlikle imkansızdır.
Bu mükemmel sistem ancak sonsuz kudret sahibi olan Allah’ın dilemesiyle ortaya çıkmıştır. Allah için herşeye güç yetirir. Bir şeyi yaratmak için Rabbimiz’in sadece ‘OL’ diye emretmesi yeterlidir.
Allah bizim için kusursuz bir evren içinde çok güzel bir dünya yaratmış. Üzerinde çeşit çeşit hayvanlar, bitkilerle beraber... Bizi ısıtması, enerji vermesi için Güneş’i de yaratmış. Hem de Güneş, Dünya’ya öyle iyi ayarlanmış bir mesafede ki, biraz yakın olsa sıcaktan dolayı, biraz uzak olsa bu sefer soğuktan dolayı ölürdük.
İşte bilim adamları bize bu gerçekleri anlattıkça, biz de Allah’ın gücünü daha iyi anlıyoruz. Çünkü hiçbir şekilde aklı, zekası olmayan o boya damlacığı örneğindeki gibi, maddeler kendileri karar alıp böyle bir şeyi yapamazlar. Demek ki bu evreni de bir yaratan ve düzenleyen vardır. Yıldızları, insanları, hayvanları, bitkileri, canlı, cansız herşeyi meydana getiren maddeler de Allah’ın emriyle hareket etmektedirler. Onun için evrendeki herşey düzenlidir, karışmaz, uyumludur. Çünkü tüm bunları, herşeyi kusursuzca var eden Allah yaratmıştır.
Allah her insanı bir kader ile yaratmıştır
|
Kitabın başında size ilk insan olan Hz. Adem’in yaratılışından söz etmiştik. Allah diğer insanları da Hz. Adem’in soyundan yaratmıştır. Onları dünyaya imtihan etmek için yerleştirmiş ve neler yapmaları gerektiğini de elçileri vasıtasıyla onlara öğretmiştir.
Her insan dünyada yaşadığı olaylar ile imtihan olur. Yani karşılaştığı olaylara ne gibi tepkiler vereceği, nasıl sözler söyleyeceği, zorluklara sabredip sabretmeyeceği kısacası güzel ahlaklı olup olmayacağı ile denenir. Bu imtihandaki başarısına göre, ölümün ardından da ahirette nasıl bir hayat geçireceği belirlenir.
Ama dünyadaki imtihanın çok önemli bir sırrı vardır. Allah insan için büyük bir rahatlık ve konfor olarak kaderi yaratmıştır. Kader, yani bir insanın yaşayacağı bütün olaylar, o insan daha doğmadan önce Allah Katında bellidir. Her insan için ayrı bir kader yaratılmıştır.
Bunu daha iyi anlamanız için kaderi video kasetteki filme benzetebiliriz. Video kasetteki bir filmin başı ve sonu bellidir, ancak biz bunu seyrettikten sonra öğrenebiliriz. İşte kader de böyledir. Bir insanın doğduğu andan itibaren yapacağı herşey, karşılaşacağı olaylar, nerede okuyacağı, ne zaman nerede oturacağı ve ne zaman öleceği kaderinde belirlenmiştir. Bu kişinin başına gelen tüm iyi ve kötü olaylar Allah Katında bellidir. Her insan dünyada kendisi için belirlenmiş olan bu senaryoya göre imtihan olur. Yani dışarıdan müdahale edilmesi hiçbir şekilde mümkün olmayan bir senaryo dahilinde bazı olaylar yaşar ve bunlara verdiği tepkilere göre ahirette bir karşılık alır.
Kader insan için çok büyük bir kolaylık, Allah'ın bir lütfudur. Bir insanın sonu en başından belli olan olaylar için üzülmesi, yolunda gitmeyen birşeyler olduğunda sıkıntı duyması bu yüzden çok gereksizdir. Dünyadaki imtihana sabredip, herşeyin Allah'tan geldiğini bilenleri, Allah, ayetlerinde cennet ile müjdelemektedir. Bu konuda peygamberler en güzel örnektirler. Allah insanları uyarmak için gönderdiği elçilerini güzel ahlaklarından dolayı cennet ile müjdelemiştir.